www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler
EHL-İ SÜNNET'İN TENKIT ETTİĞİ....../ 315
TAKİYYE KONUSU
Ehl-i Sünnet'in Şia'ya itirazda
bulunup, tenkit ettiği konulardan birisi de takiyye konusudur. Ehl-i
Sünnet takiyyenin gerçekte t\lduğunun aksine görünmek olduğunu ileri
sürerek bunun bir nevi nifak olduğunu iddia ediyor. Defalarca
bahislerimde, bazılarını takiyyenin munafıklık olmadığına dair ikna etmek
istedimse de bir fayda vermedi. Hatta bazıları konuyu duyduğunda
tiksinmekte bazıları da şaşırarak bunun bir bid'at olduğunu
zannetmektedir. Fakat insan insafla inceleme yaptığında, bu inançların
hepsinin İslam'da mevcut olduğunu, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviye'den
kaynaklandığını görür, hatta kolaylık dini olan Islam şeriatının ancak bu
inançla kıvama erişebileceğini anlar.
Işin şaşılacak yönü, Ehl-i Sünnet'i."
kendi inandıkları inançları inkar etmesidir. Oysa kendi kitap, sihah ve
müsnetleri mezkur inancı tastik etmektedir. Ehl-i Sünnet'in, takiyye
konusundaki inançlarını birlikte okuyalım:
İbn-i Cerir ve İbn-i Ebi Hatem, el
Evfi tarikiyle İbn-i Abbas'tan, Al-i İmran suresinin
"......Ancak onlardan korktuğunuz
taktirde...."
ayetinin
tefsirinde naklettiği bir hadiste şöyle diyor.(1)
"Takiyye dil ile olur. Eğer
içinizden birisi Allah'a isyan olan bir söz söylemek zorunda bırakılır, o
da imanma
---------------------------
1
-
Suyuti'nin yazdığı "Ed Durr'ül Mensur"
/-
316 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
kalbinde güveni olduğu halde korkudan o sözü söylerse, bu ona bir zarar
yetirmez. Çünkü bu dil ile yapılan bir takiyyedir."
Yine Hakim'in tahriç edip"
doğruladığı ve Beyhaki'nin kendi Sünen'inde, Eta yoluyla İbn-i Abbas'tan
("...Ancak onlardan korktuğunuz takdirde...") ayetinin tefsirinde
naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır.
"Takiyye kalbin iman üzere
olduğu halde dil ile (tersini) söylemektir."(1)
Abd ibn-i Hamid'in Hasan'dan
naklettiği bir hadiste de şöyle denilmiştir.
"Kıyamet gününe kadar takiyye caizdir."(2)
"Müşrikleri, Ammar ibn-i Yasir'i yakaladıklarında, Hz. Resulullah'a
küfredip kendilerinin ilahIarını hayırla anmadan bırakmadılar. Sonra onu
bıraktıklarında Hz. Resulullah'ın yanına gelince, Hazret ondan
"Sırtında ne var?" diye sordu. Ammar, "Şer, sana bir şeyler
söyleyip onların ilahlanm hayırla anmadıkca beni bırakmadalar" diye
cevap verdi. Resulullah (s.a.a) ona "Kalbini nasıl buluyorsun?"
dedi. Ammar "İmanımdan eminim." cevabını verdi. O zaman Resulullah
(s.a.a) "Eğer onlar tekrar seni yakalasalar, sen aynı işi yap"
buyurdu. Bu sırada bu ayet nazil oldu:
------------------------------
1
" Sunen-i Beyhaki ve Müstedrek-i Hakim
2 - Durr'ü1 Mensur, c2, s.176.
EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETTİĞi
. .
i 317
"...Ancak kendisi zorlanır, ama kalbi iman ile mutmain olduğu halde..."
Nahl / 106
İbn-i Sa'd'ın Muhammed ibn-i
Sirin'den naklettiği bir hadiste de şöyle yer almıştır.
"Resulullah Ammar ile görüştüğünde
o ağlıyordu. Hazret gözlerini silerek şöyle dedi: "Kafirler seni alıp suya
soktular, sen de o sözleri söylemek zorunda kaldm. Eğer onlar tekrar
dönerlerse sen o sözleri tekrar söyle."(1)
Yine İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i
Ebi Hatem ve Beyhaki kendi süneninde Ali tarikiyle İbn-i Abbas'tan Nahl
süresinin 106. ayetinin tefsirinde şöyle söylediğini nakledi yorlar.
"Allah-u Teala iman ettikten sonra
tekrar kafir olana gazap ettiğini ve onun için büyük bir aza bm olduğunu
belirtmektedir. Ama birisi zorlanır ve düşmanından kurtulmak için kalbiyle
muhalif olduğu halde diliyle bir şeyler söylemek zorunda kalırsa, onun
için bir günah yoktur. Zira Allah-u Teala kullarmı kalben inandığı
şeylerden sorumlu tutar."(2)
Yine İbn-i Ebi Şeyhe, İbn-i Cerir,
İbn-i Münzir ve İbn-i Ebi Hatem'in naklettikleri bir rivayette de Mücahit
şöyle diyor:
"Bu ayet, Mekke ehlinden
iman eden bir grup
--- - -- - - - - -- -- - - - - - --- -- ---
1 - İbn-i Sa'd'ın yazdığı Tabakat'ul Kabra adlı kitap
2 - Sünen-i Beyhaki.
318 i DOĞRULARLA BİRLİKTE
hakkında inmiştir. Onlara Medine'de bulunan bazı sahabeler "Hicret
edin; siz hicret edip bize gelmeyinceye kadar biz sizi kendimizden
sayamayız" diye yazmışlardı. Onlar da Medineye gitmek üzere çıkınca,
Kureyş kafirleri yolda onları yakalayıp işkenceye tabi tutmuş, onlar da
istemeyerek kafir olduklarını izhar etmek zorunda kalmışlardl."...Ancak
kendisi zorlamr, kalbi imanla güvenli olan..." ayeti de onlar hakkında
inmiştir."(1)
Buhari Sahih'inin 'Halkla geçirn"
bölümünde tahriç ettiği bir rivayette Ebi Derda şöyle diyor.
"Biz bir çok kavmin
yüzlerine gülüyoruz, ama kalbimiz onlara la'net ediyor."(2)
Yine Halebi Sire'sinde tahriç ettiği
bir rivayette şöyle yer almaktadır.
"Resulullah Hayber kalesini
fethettiğinde Hallac ibn-i Alla~ "Ya Resulellah, benim Mekke'de mahm ve
ailem vardır; ben onlara başvurmak istiyorum. Acaba sizin aleyhinize bir
şeyler söylemerne izin veriyormusunuz?" dedi. Hazret'de ona istediği şeyi
söylemesine izin verdi."(3)
Yine imam Gazzali'nin "İhyau'l Ülum"
kitabında şu cümleler yer almıştır.
"Müslümamn kanının dökülmesini
önlemek farzdır. Eğer zalim birisi gizlenmiş olan bir müslümanın kanına
dökmek istiyorsa bunda (onu kurtarmak için) yalan konuşmak farzdır."
-------------------------------
1 - Durr'ül Mensur, c2, s.l78.
2 -
Sahih-i
Buhari, c.7, s.102.
3 - Sire-i Halebiyye, c.3, s.6l.
EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETIİĞİ. . . i 319
Celalettin Suyuti de "El Eşbah-u Ve'n
Nezâir" adlı kitabında tahriç ettiği bir rivayette şöyle nakletmektedir.
"Açlıktan murdar eti yemek ve
şaraba lokmayı daldırmak veya mecburen küframiz sözler konuşmak caizdir.
Eğer yeryOzünü haram bürür ve helal mal oldukça azalarsa ihtiyacı olduğu
kadarıyla haram mallardan almak caizdir."
Yine Ebubekir Razi "Ahkam'ul Kur'an"
adlı kitabında "...Ancak onlardan korkunuz olduğu takdirde..."
ayetinin tersirinde tahriç ettiği bir rivayette şöyle demiştir: "Yani,
eğer canınazı veya bazı a'zamzı kaybetmekten korkarsanız kalben
inanmadığınız halde onların sevdiğini izhar etmekle kendinizi korumanazın
bir sakıncası yoktur. Ayetin zahiri de bunu gerektiriyor. ilim ehlinin
çoğunluğu da bu görüşü kabullenmektedir. Kutâde'nin de
"Mü'minler Allah'ın yerine kafirleri kendilerine dost edinmesinler"
ayetinin tersirinde takiyye zamanı kafir olduğunu izhar etmenin caiz
olduğunu söylediği nakledilmiştir."
Yine Buhari Sahih'inde Kuteybe ibn-i
Said'den, O da Sufyan'dan, O da İbn-i Mukender'den nakletmiştir ki, Urve
ibn-i Zübeyr Ayşe'nin kendisine şöyle dediğini söylemiştir.
"Birgün birisi Hz. Resulullah'tan
(görüşmek için) izin
---------------------------
ı
-
Ahkam'ul Kur'an,
c2, s.10.
320 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
istedi, Hazret "Ona izin verin gelsin; o kabilesinin ne kötü çocuğu ve
ne kötü mensubudur" dedi. O şahıs Hazret'in yanına gelince, Hazret
onunla yumuşak bir dille konuştu. Sonra ben o Hazret'e "Ya Resulullah, bir
yandan o sözü söyledin, bir yandan da onunla böyle yumuşak dille
konuştun!..." dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey Ayşe, Allah katında
insanların en kötüsü, kötü konuşmalanndan dolayı insanlann kaçmdığı
kimsedir," (1)
Bu kadar bilgi takiyyenin caiz
olduğunu isbatlamak için yeterlidir. Ehl-i Sünnet'in de kıyamete kadar
takiyyenin caiz olduğuna inandıklarını gördük. Gazali'nin deyimiyle, bazı
yerlerd~ yalan konuşmak aslında farzdır. Veya Ebubekir Razi'nin itiraf
ettiği gibi, ilim ehli alimlerin çoğunluğunun görüşü zor durumda küfrü
izhar etmenin caiz olduğudur. Buhari'nin deyimiyle de zahirde yüzüne gülüp
batında lanet etmek de ashabın sünnetine muhalif değildir. Sire-i
Halebiyye yazarının deyimiyle de mal ve can korkusu olduğu zaman Hz.
Resulullah'a bir takım şeyler söylemek, Suyuti'nin deyimiyle de halktan
korktuğu zaman, Allah'ın emrine karşı gelmeyi gerektiren sözler söylemek
caizdir.
O halde Ehl-i Sünnet'in kendilerinin itikat edip, caiz ve
-----------------------------
1 - Sahih-i Buhari. c.7, s.8l.
EHL-İ SÜNNET'İN TENKIT E'ITİĞİ. . . / 321
hatta farz olduğunu kendi sihah ve müsnetlerinde naklettikleri bir
inançtan dolayı Şia'ya itiraz etmek hakları yoktur. Şia'nın bu husustaki
inancına Ehl-i Sünnet de inanıyor. Şia yalnızca Emevi ve Abbasi
hukumetIerinden gördükleri zulüm' ve baskılardan dolayı buna diğerlerinden
daha çok amel etmek zorunda kalmışlardır. O asırlarda birisinin zalim
yöneticiler tarafından en kötü bir şekilde öldürülmesi için onun Ehl-i
Beyt'e olan sevgsinin bilinmesi yeterliydi. Bu nedenle de onların, Ehl-i
Beyt imamlarının emri üzerine takiyye ile amel etmeleri zorunlu idi. İmam
Sadık (a.s)'dan nakledilen bir hadiste Hazret şöyle buyuruyor.
"Takiyye benim ve babalarımın dinidir,"
Yine Hazret şöyle buyurmuştur.
"Takiyyesi olmayanan dini de olmaz."
Takiyye Ehl-i Beyt imamlarının
kendilerinden veya dostlarından tehlikeleri defedip, canlarını korumak ve
inançlarından dolayı Ammar-ı Yasir'in karşılaştığı işkenceden daha feci
şekilde işkenceye tabi tutulan mu'minleri kurtarmak için kullandıkları bir
silahtır. Ama böyle bir sorun Ehl-i Sünnet için söz konusu değildi. Zira
onlar genellikle baştaki yöneticilerle tam bir uyum içerisinde
bulunuyorlardı. Genel anlamıyla, Ehl-i Sünnet mezhebine
322 / DOĞRULARLA BİRLİKTE
uyduğu içim kimse zalim yöneticiler tarafından sorguya çekilmemiş, tehdit,
işkence ve benzeri şeylerden uzak kalmıştır. Buna binaen onların takiyyeyi
inkar edip, am el edenlere itirazda bulunmaları garipsenecek bir şey
değildir. Dolayısıyla Beni Umeyye ve Beni Abbas hükümdarlarının da Şia'yı
bu siperlerinden çıkarmak için onları bu inanç yüzünden horlamaları tabii
bir şeydir.
Fakat Allah-u Tcilil'nın kendisi
Kur'anda bunu emretmiş ve takiyyeyi uyulması gereken hüküm olarak
açıklamıştır. Sahih-i Buhari'den naklettiğimiz üzere, Hz. Resulullah
(s.a.a)'ın kendisi de bununla amel etmiş Ammar'a, kafirler yeniden işkence
ettikleri takdirde küfür izharında bulunup hatta kendisine kötü laflar
söylemesine izin bile vermiştir. Islam ulemasının da Kur'an ve Sünnet
ışığında buna izin verdiklerine göre bu inanç yüzünden, Şia'yı tenkit
etmek hiç bir şey ifade etmez.
Hz. Ali'ye - haşa - la'net etmekten
kaçınan, herkesi öldüren Muaviye, (bu hususta Hicr ibn-i Adiyel Kindi ve
ashabının kıssası meşhurdur) Yezid, İbn-i Ziyad, Haccac, Abd'ul Melik
ibn-i Mervan ve benzeri zalim hükümdarların zamanlarında büyük sahabeler
takiyye etmişlerdir. Eğer sahabelerin takiyye ettiğine örnekler verrneğe
kalkışsak, ayrı bir kitap oluşturur. Fakat hamdolsun Ehl-i Sünnet'in kendi
alimlerinden bu konuda naklettiğimiz deliller konuyu açıklığa kavuşturmak
için yeterlidir.
Burada benimle bir Ehl-i Sünnet alimi
arasında geçen bir kıssayı anlatmadan geçemiyeceğim. O alimle uçakta
EHL-İ SÜNNETIN TENKİT ETIİĞİ. . . / 323
görüşmüştük. Her ikimiz de İngiltere'de düzenlenen bir İslami konferansa
davetliydik. Uçakta geçen iki saat içerisinde Şia ve Ehl-i Sünnet
hususunda sohbet ettik. Bu şahıs İslami vahdetten yana olduğu için
kendisinden hoşlanmıştım. Fakat Şia'nın İslami birliği zedeleyen bazı
inançlarını artık bırakmaları gerektiğine dair sözü zaruma gitti. Ondan
"Örneğin hangi inançları?' diye sordum. Hemen "Örneğin mut'a ve takiyye"
diye cevap verdi. Onu her ne kadar mut'anın meşru olan geçici bir evlilik,
takiyyenin ise ilahi bir ruhsat olduğu hususunda ikna etmeye çalıştımsa da
bir fayda vermedi. O diyordu ki: "Bütün bu sözlerin haktır, ama daha
önemli bir maslahata sahip olan İslami birlikten dolayı artık bunları bir
kenara bırakmak gerekiyor. Ben İslami birliğin sağlanmasında Allah'ın
hükümlerinden bir kısmının terkedilmesinin gerektiğini savunan bu mantığa
şaşıp kaldım. Fakat yine de onu hoş karşılayarak "Eğer İslami birlik
bununla sağlanabilirse, buna ilk icabet eden ben olurum" dedim.
Londra hava alanında indik. Ben onun
arkasıca gidiyordum. Hava alanındaki polis ondan İngiltere'ye niçin
geldiğini sordu. O da tedavi için geldiğini söyledi. Ben de bazı dostları
ziyaret etmek için geldiğimi söyledim. Böylece problemsiz geçip çantaların
kontrol yerine geldiğimizde yavaşça arkadaşıma 'Takiyye'nin her zaman için
yararlı bir hüküm olduğunu gördün mü?" dedim. Arkadaşım "Nasıl?" dedi.
"Her ikimizde polise yalan söyledik. Ben arkadaşlarımı görrneğe geldiğimi
söylemekle, sen de tedavi için geldiğini
324 i DOĞRULARLA BİRLİKTE
söylemekle yalan konuştuk. Halbuki biz konferans için gelmişiz." dedim.
Arkadaşım onun yalan konuştuğunun farkına vardığımı anlayınca, gülerek
"İslami konferansıarda nefislerimizin tedavisi yok mu sanki?' dedi. Ben de
gülerek
,
"Dostların ziyareti de var." dedim.
Yeniden konuya dönüyorum. 'Takiyye
Ehl-i Sünnet'in iddia ettiği gibi bir çeşit munafıklık değildir. Aksine,
takiyye imamn kendisidir. Zira münafıklık imam izhar edip küfrü
gizlemektir. Oysa takiyye, imam gizleyip küfrü veya inanmadığı başka bir
inancı dilde izhar etmektir. Bu ikisi arasında çok büyük bir fark
vardır. Münafıklık hakkında, Allah-u Tealabuyurmuştur ki:
"İnananlarla buluştular mı inandık
derler. Şeytanlarayla yalnız kaldılar mı şüphe yok ki derler, biz
sizinleyiz, biz ancak alay etmedeyiz". Yani zahirde kendini imanlı
gösterip batinde küfrü gizlemek nifaktır.
Ama takiyye hakkında ise şöyle
buyuruyor.
"Ve Fir'avn'un soyundan
(ailesinden) olup imamm gizleyen mü'min birisi söyledi"
EHL-İ SÜNNET'İN TENKİT ETIİĞİ. . . / 325
Yani zahirde küfrü gösterip imamm
gizlemek takiyyedir. Fir'avn'un soyundan olan mu'min kişi imanını
gizliyor, halkın huzurunda kendisinin Fir'avun'un dininde olduğunu izhar
ediyordu, imanını ise Allah'tan gayri herkesten gizliyordu. Bu nedenle
Allah-u Teıilıi onun Allah katında yüce makama sahip olduğunu belirtmek
için övgüyle kitabında anmıştır.
Ey aziz okuyucu, yalan yere yapılan
iftiralara artık aldanmamalısın. Şia'nın takiyye konusundaki inançlarını
onların kendi dillerinden dinleyelim. Şeyh Muhammed Muzaffer "Akaid'ul
İmamiyye" (Şia inançları) adıyla yazdığı kitabında bu konuda şöyle
yazıyor.
"Takiyyenin hükmü, zarar korkusuna
göre değişiklik arzetmektedir. Bunun tefsilatı fıkıh kitaplarında
kaydedilmiştir. Bilahere takiyye her yerde ve her durumda farz olmaz.
Bazen takiyye caiz hükmünü alır, bazen de takiyye etmemek farz olur.
Mesela eğer hakkı açıp söylemek dine yardım, İslam'a hizmet etmek ve İslam
yolunda cihad sayılırsa, böyle hallerde mal ve cam esirgememek daha layık
olur. Bazen takiyye yapmak haram olur. Örneğin, eğer takiyye yapmak
muhterem bir nefsin öldürülmesine, batılın revac bulmasına, dinde fesadın
çıkmasına, müslümanlara önemli bir zararın dokunmasına sebep olur veya
onların dalalete düşüp, zulüm ve tecavüzün yaygınlaşmasına yol açarsa bu
takiyye haramdır. Bilahere gerçeği old uğu gi bi anlamak istemeyen bazı
Şia düşmanlarının söylediği gibi Şia'ya göre takiyyenin anlamı
326
/ DOĞRULARLA BİRLİKTE
tahrip için gizli bir örgüt oluşturmak demek olmadığı gibi din ve dini
hükümleri inanmayanlara açıklanmaması gereken sırlar şekline dönüştürmek
de değildir. Bu nasıl olabilir? Oysa ki Şia alimlerinin dini hüküm. fıkıh,
inanç ve kelam konulannda yazdıklan kitaplar haddinden fazladır.
Gördüğümüz üzere takiyyede herhangi bir nifak, aldatmak, yalan ve hile
sözkonusu değildir. Aksine dinin getirdiği bir hükümden ibarettir.
|