www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler 


                         
                                                          HUMUS

        Humus konusu da şia ve Ehl-i sünnet'in ihtilaf ettikleri konulardan birisidir. Leh ve aleyhlerinde herhangi bir hüküm vermeden önce konu hakkında kısa bir açıklamada bulunmamız gerekir.

        Kur'an-ı Kerim'le başlayalım; Allah-u Teala Kur'an-ı Kerim'in Enfal suresinin 41 ayetinde şöyle buyuruyor.
                                  

        "Biliniz ki, kazandığınız her şeyin beşte biri Allah'ın, Resulünün, Peygamber'in yakınlarının, yetimlerin, fakirlerin ve yolda kalanlarındır"

Hz. Resulullah (s.a.a) da şöyle buyurmuştur.



261 DOĞRULARLA BİRLİKTE



       "Ben sizi dört şeye emrediyorum: Allah'a iman etmeyi, namaz kılmayı, zekat vermeyi Ramazan ayında oruç tutmayı ve kazandığınızın humsunu (beşte birini) Allah'a vermeyi."(1)

        Buna göre Şia Hz. Resuıuılah (s.a.a)ın emrine uyarak her yıl, yıl boyunca kazandıkları şeyin humsunu veriyorlar. Çünkü ayet ve hadiste geçen "ganimet" kelimesinin Arapça'da mutlak kazanç anlamında olduğuna inanıyorlar. Ama Ehl-i sünnet, ayette geçen "ganimet" kelimesinin savaş esnasında elde edilen ganimet mallar manasına olduğunu söyleyerek humsun yalnızca savaş ganimetierine mahsus olduğu hususunda ittifaka varmışlardır.

        Hums konusunda, Şia ve Ehl-i sünnet fırkalarının görüşleri özet olarak bundan ibarettir. Bu konuda her iki fırkanın alimleri tarafından bir çok risaleler yazılmıştır. Allah'ın hükümlerini uygulamayan Ehl-i Beyt'e düşman olan ve müslümanların mallarını heva ve hevesleri uğrunda harcayan Beni Ümeyye hakimleri ile onlara itimat eden alimlerin görüşlerine nasıl güvenebiliriz?

        Hums ile ilgili ayeti harpten elde edilen ganimetiere yorumlamalarında şaşılacak bir şey yoktur. Zira ayet harp ayetlerinin arasında yer almıştır. Çoklan bir ayeti açıklamada önceki veya sonraki ayetlerin siyakıyla onu

--------------

ı - Sahih-i Buhari. c.4. 9.44.

HUMUS 263


te'vil edip acıklamaya kalkışıyorlar. Yine "Tathir ayeti" nin de peygamberin hanımlarına mahsus olduğunu söylüyorlar. Zira o ayetten önce ve sonraki ayetler Peygamber'in hanımları hakkındadır. Veya:

                                      

        "Onlar ki altını ve gümüşü hazine edip toplarlar ve onu Allah yolunda harcamazlar, onları acı verici bir azapla müjdele." ( Tevbe / 34) ayetinin Ehl-i Kitab'a mahsus olduğunu söylüyorlar. Ebuzer, Muaviye ve Osman'la bu ayet hususunda yaptığı tartışmalar yüzünden Rabeze çölüne sürgün edilmiştir. Ebuzer onların altın ve gümüş hazine etmelerini mezkur ayete istinaden kınamıştı. Osman ise kendine bir dayanak bulmak için bu konuyu Ka'b'ul Ahbar'dan sormuş. Ka'b ise bu ayetin Ehl-i Kitab'a mahsus olduğunu söylemiştir. Ebuzer Ka'b'a sinirlenerek "Annen senin yasına otursun ey yahudi çocuğu, dinimizi bize sen mi öğretiyorsun?" diye itirazda bulunmuştur. Bunun üzerine, Osman Ebuzer'i yeryüzünde en kötü saydığı Rabeze çölüne sürgün etmiştir. Ebuzer o çölde yalnız başına vefat etmiş ve yanında bulunan kızı tarafından guslettirilmiştir.

        Görüldüğü gibi ayet ve Sünnet-i Nebevi'yi te'vil etme yöntemi bazı mezhepler için meşhur bir yöntem haline gelmiştir. Onlar Kur'an'ın ve Sünnet'in açık naslarını te'vil



264 / DOĞRULAR LA BİRLİKTE

etmekle bu hususta bazı sahabc ve halifelere uymuşlardır.(1) Eğer bu te'viller ayrı ayrı ele alınıp incelenecek olursa başlı başına bir kitap yazmak gerekecektir. Bu konuda araştırma yapmak isteyen kimse te'vilcilerin Allah'ın ahkamını nasıl da kendi görüşleri istikametinde tevil ettiklerinin yorumladıklarının bazı örneklerini görmek için 'En-Nass-u ve'l İçtihad" adlı kitaba müracaat etmelidir. Ama ben bir araştırmacı olarak, Kur'an ayetlerini ve Sünnet-i Nebeviyye'yi kendi heva ve hevesimin gereğince veya meylettiğim mezhebin görüşü esasınca te'vil edemem.

        Hums konusunda Ehl-i sünnet kendi sihahlarında humsun, harp ganimetierinden başka şeylerde olduğunu da nakletmişlerdir. Sahih-i Buhari'nin "rikazda (yer altındaki maden ve hazine) humsun farz olduğu" bölümünde şöyle yazıyor.

        "Malik ve ibn-i İdris'e göre rikazda yani cahiliyet döneminde defnedilmiş hazinelerde, ister az olsun ister çok, humus farzdır. Maden ise rikaz sayılmaz. Zira Resulullah buyurmuştur ki: "Madende birşey yoktur. Rikaz'da ise hums vardır."(2)

Denizden çıkarılan yeraltı zenginlikleri hakkında şöyle
 

-----------

1 - İmam Şerefuddin "En-Nass-u ve'l İctihad" adlı kitabında Ehl-i Sünnet'in te'vil ettiği yüzden çok açık naslara işaret etmiştir. Araştırma yapan kardeşlere mezkur kitabı okumağı tavsiye ederim. Zira o kitapta yalnızca Ehl-i Sünnet alimlerinin kendilerinin tahriç edip, sahih olduğunu itiraf ettikleri naslara yer vermiştir.
2 - Sahih-i Buhari, c2, s.l37, "Rikaz'da humsun farz olduğu "bölüm.



HUMUS / 265

yazıyor:

        "İbn-i Abbas dıyor kı: Amber rikazdan sayılmaz; o sadece denizde gömülü (güzel kokulu) bir şeydir.." Hasan ise şöyle diyor: "Hem amberde ve hem de incide hums farzdır. Resulullah (s.a.a) yalnızca rikazda humsu farz kılmıştır; suda bulunan şey ise rikaz değildir." (1)

        Bu hadislerden Allah'ın humsu farz kıldığı ganimetin yalnızca harpte elde edilen mallar için geçerli olmadığı anlaşılıyor. Zira rikaz yerden çıkarılan bir hazinedir; onu kim çıkarırsa sahibi olur, fakat humsunu vermesi gerekir, çünkü genimettir. Yine denizden çıkarılan amber ve incinin de ganimet olduğundan dolayı humsunu vermesi gerekiyor. Böylece, Buhari'nin naklettiği bu hadislerden humsun yalnızca harp ganimetierine mahsı ~ olmadığı anlaşılıyor. Böylece Şia'nın görüşünün haklılığı ortaya çıkıyor. Çünkü Şia bütün hüküm ve inançlarında Allah'ın tertemiz kıldığı hidayet imamlanna baş vuruyorlar Bu imamlar Allah'ın kitabının eşi olup onlara sarılan dalalete düşmez ve onlara sığınan güvencede olur.

        Aynca İslam hükümetinin başlıca gelirinin harplerden elde edilen ganimetler olduğunu söylemek de doğru değildir. Zira bu, İslam'ın barışa dayalı özüyle ters düşmektedir. islam devleti, milletleri esarete alıp kaynaklarını sömürrnek esasına dayalı sömürgeci bir devlet değildir. islam düşmanları islam Peygamberi'nin kılıç ve zor gücüyle milletleri esareti altına aldığını söyleyerek gerçekte kendi fikri sömürgeciliği için

----------------------
1 - Sahih-i Buhari, c2, s.136. "Denizden çıkarılan şeyler,." bölümü.



266 / D()(';RULARLA BİRLİKTE

bir ortam hazırlamak istiyorlar.

        Öte taraftan ekonomi hayatın şah damarı konumundadır. Özellikle de İslam ekonomi doktrini bu günün deyimiyle sosyal güvenceyi sağlayarak fakir ve acizlerin de onur içinde yaşamasını öngörüyor. O halde islam devleti ekonomisini Ehl-i Sünnet'in zekat diye adlandırdıkları ve %2.5 oranında olan az bir gelire dayandırılamaz. Zira bu devletin üstlenmesi gereken işlere oranla çok az bir gelirdir. İslam devleti bununla öğretim, sağlık ve ulaştırma gibi hizmetlerin giderini bile karşılayamaz; nerede kaldıki herkesi kapsayan sosyal sigortayı sağlayıp normal şekilde her ferdin ihtiyaçlarını karşılayabilsin.

        Evet, Ehl-i Beyt İmamları (Allah'ın selamı onlara olsun) Kur'an-ı Kerim'e hakkıyla vakıf olduklarından, yani ilimleri kesbi değil vehbi olduğundan, kendilerine itaat edilseydi İslam devleti için gerekli olan ekonomik ve toplumsal ilkeleri tespit edip uygulardı. Ama ne yazık ki önderlik ve hakimiyet başkalarının elindeydi. Onlar (yezid'in yaptığı gibi) salihleri öldürerek hilafet makamını gasbetmiş Allah'ın hükümlerini kendi siyasi ve dünyevi çıkarlarının gerektirdiği doğrultuda değiştirmişlerdir. Böylece de hem kendileri dalalete düşmüş ve hem de diğerlerini sapıklığa sürüklemişlerdir ve ümmeti bugüne kadar da etkisi her yönüyle devam eden bir çöküşe itmişlerdir.

        Bu nedenle de Ehl-i Beyt İmamlarının öğretileri yalnızca bir teori halinde kalmış ve sadece şiiler inanmış, sahip çıkmıştır. Tatbiki uğruna sürekli fedakarlık göstermiştir, ve

HUMUS / 267

bu yüzden Şia tarih boyunca Emevi ve Abbasi devletlerinin zulüm ve baskısına maruz kalmışlardır. İslam devletinin dört bir köşesinde takip altında tutulup sürgün hayatı yaşamışlardır. Fakat bu iki devlet (Emevi ve Abbasi devletleri) yıkılır yıkılmaz, Şia'nın toplumsal birliği daha da belirginleşmiş ve şiiler, gizli olarak Ehl-i Beyt imamlarına ulaştırdıkları humsu açıkça uygulamaya koymuşlardır.

        Onlar bugün humslarını imam Mehdi (s.a)nin naiblik makamında olan (taklit ettikleri) müçtehitlere veriyorlar. Onlar da bunu humsun masrafı için tayin edilen yerlerde harcıyorlar. Örneğin dini medreseler, hayır merkezleri, umumi kütüphaneler ve kimsesizler yurdu kurmakta, medreselerde ders okuyan talebelere aylık vermektedirler.

        Bu nedenle de Şia uleması baştaki devlet yöneticilerine bağlı değillerdir, yani saraylardan, köşklerden aylık ve emir almıyorlar. Zira humstan gelen gelir, onların ihtiyacını gidermektedir. Ama Ehl-i Sünnet alimleri başta olan hakimlere muhtaç ve bağımlı olup resmen onlardan görev alıyorlar. Bu yüzden de hükümetin başında olanlar, onlardan istediğini öne geçirir, istediğini de geriye atar. Bu onların hangisinin daha fazla başta olan şahıs ve düzenin yararına fetva verdiğine bağlıdır. Gerçekte birinin öne geçmesinde ilminden daha çok onun yöneticiye ve yönetime uymasının rolü vardır. Bu ise onların hums farizası ile Ehl-i Beyt'in beyan ettiği şekliyle amel etmemelerinden doğan korkunç sonuçlardan birisidir.