www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler
EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER
Önceleri kaza ve kader konusu benim için çok zor ve anlaşılmaz bir konu idi.
Fikrimi rahatlatıp, kalbimi ikna edecek doyurucu ve yeterli bir tefsir
bulamıyordum. Bu hususta şaşkınlık içinde kalmıştım. Bir taraftan Ehl-i Sünnet
ekolünde insanın tabiatına uygun fiillere yöneltildiğini (her şeye yaratıldığı
şey kolay kılınmıştır) ve Allah-u Teala'nın her cenine annesinin karnında iken
iki tane meleği gönderdiği ni ve bu meleklerin onun erelini, nzkını, amelini ve
şekavet veya saadet ehli olacağını yazdığım(1) öğrenmiştim. mr taraftan da akhm
ve vicdanım Allah'ın adil olduğunu ve kullarına zulmetmediğini söylüyordu. Allah
nasıl olurda kendisinin yazıp mecbur ettiği fiillerden dolayı onları hesaba
çekip azaplandırabilir?
Diğer müslüman gençler gibi ben de
fikri yönden çelişki
-------------
ı
-
Sahih-i
Müslim, c.8, s.44
234 /
DOĞRULARLA BİRLİKTE
içinde
yaşıyordum. Bir taraftan düşünüyordum ki,
"Allah-u Teala gerçekten güç sahibi ve cebbar'dır; O'ndan ne yaptığı sorulmaz,
onlar (mahlukat) sorguya tutulur."
(Enbiya - 23)
yine:
"O istediğini yapandır."
(Buruc - 16)
Mahlukatının bir kısmmı cennet
için, diğer bir kısmını ise cehennem için yaratmıştır. Öte taraftan diyordum
ki: "O kullarına rahman ve rahimdir; bir zerre bile zulmetmez."
(Nisa -
40)
"Senin Rabb'in kullara zülmeden değildir"
(Fussilet - 46)
Yine:
"Allah insanlara hiç zülmetmez; fakat insanların kendi kendilerine zulmederler."
(Yunus/44)
Hadiste de yer aldığı üzere "O
mahlukatma karşı, bir annenin çocuğuna olan sevgisinden daha fazla sevgi
besler." (19
Bazen bu konuyla ilgili Kur'an
ayetlerini okurken bile çelişkili anlayışlarla karşı karşıya kalıyordum. Bazen
insanın
----------------------------------------
1 - Sahih-i
Buhari. c.7. s.75
EHL-İ SÜNNET'E
GÖRE KAZA VE KADER / 235
kendi
nefsinin yaptıklarından sorumlu olduğunu anlıyordum:
"Her kim bir zerre kadar hayır da yapsa onu görecek ve her kim bir zerre kadar
şer de yapsa onu görecektir."
Zilzâl / 7-8
Bazen de insanın belli bir yöne yöneltilmiş olduğunu ve onun hiç bir güç ve
kudreti olmadığını ve kendisine bir fayda ve zarar verrneğe veya rızık kazanmağa
malik olmadığını anlıyordum:
"Allah dilemedikçe hiç bir şey isteyemezsiniz."
(el
İnsan / 30)
"Allah istediğini sapıkhğa düşürür ve istediğini hidayet eder."
(Fatir / 8)
Yalnızca ben değildim, aksine
müslümanların çoğunluğu bu fikri çelişkiyi yaşamaktadırlar. Bu yüzden de ulema
ve büyüklerin bir çoğundan kaza ve kader konusunu sorulduğunda, diğerlerini ikna
etmeği bırak hatta kendilerini tatmin edecek bir cevapları bile olmadığını
görürsün. Bu nedenle de "Bu konuya çok derince dalınmaması gerekir" diyerek
geçiştiriyorlar. Bazıları da bu konuda derince bahsetmenin haram olduğuna fetva
vermekte ve "Bir müslüman kaza ve kadere (hayrı ve şerriyle) inanıp Allah'ın
....
236 / DOĞRULARLA
BİRLİKTE
katından
olduğunu kabul etmelidir" derler.
Onlara "Nasıl olurda Allah-u Teala
bir kulunu suç işlerneğe mecbur kıldıktan sonra onu cehenneme atıyor?' diye
sorunca da ona tekfire kalkışıp, zındıklık dinden çıkmak vb. şeyleri e
suçluyorlar. Bu nedenle de akıllar taşlaşmış artık evlenmenin, boşanmanın hatta
zinanın bile alınyazısına (kadere) dayandığına inanılmaya başlanmıştır. Şarap
içmek, insan öldürmek de bunlara dahildir. Hatta yemek ve içmek bile önceden
takdir edilmiştir. O halde sen ancak Allah'ın sana yazdığı şeyleri yemek te ve
içmektesin!
Alimlerimizden birisine bu husustaki
soruları tekrarladıktan sonra dedim ki: "Halbiki Kur'an bütün bu fikirleri
yalanlıyor. Hadisler ise Kur'an'a ters düşemez. Allah-u Teala evlenmek konusunda
Nisa suresinin 3. ayetinde şöyle buyuruyor.
"Siz hoşlandığımz kadınlarla evlenin."
Bu ayet-i kerime, evlenmek
hususundaki karınn insanın kendi elinde olduğunu bildirmektedir. Talak konusunda
da Bakara suresinin 229. ayetinde şöyle buyurmuştur.
"Boşamak, iki defa olur; ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya
hoşlukla bırakmak."
EJlL.İ
SÜNNETE GÖRE KAZA VE KADER / 2J7
Bu da insanın
bu hususta özgür olduğunu gösterir. Zina konusunda ise İsrâ suresinin 32.
ayetinde şöyler buyuruyor.
"Ve zinaya yaklaşmayın ki o çok ayıp ve kötü bir yoldur." Bu ayet-i kerimede
zinanın insanın ihtiyarında olduğunu açıklıyor. Şarap hususunda da Maide
suresinin 91 ayetinde şöyle buyuruyor
"Şeytan 'şarap ve kumar ile aramza düşmanlık ve kin sokmak ve bu vesileyle sizi
Allah'ın zikrinden ve namazdan ahkoymak istiyor; acaba siz kaçınacak mısınız?"
Bu ayet-i kerimede ihtiyar ve
iradenin insanın kendi elinde olduğunu açıklamaktadır. Katl-i nefse gelince, bu
konuda En'am suresinin 151. ayetinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor.
"Allah'ın haram
kıldığı nefsi herhangi bir hak (kısas hakkı gibi) olmadıkça öldürmeyin."
Ve yine Nisia süresinin 93.
ayetinde şöyle buyurmuştur.
238
/ DOĞRULARLA BİRLİKTE
EIJL.İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER i 239
"Ve kim bir mü'mini kasten öldürürse cezası cehenneme atılmaktır, ebedi kalır
orda ve Allah ona gazeb eder ve rahmetinden uzaklaştınr onu ve ona pek büyük bir
azap hazırlamıŞtır da."
Bu ayetler de öldürmek konusunda
insanın muhtar olduğunu gösteriyor. Hatta yemek ve içmek hususunda da bizlere
yol göstermiş ve A'raf suresinin 31. ayetinde şöyle buyurmuştur.
"Yiyiniz ve içiniz; fakat israf etmeyiniz; o israf edenleri sevmez."
Bu ayet de insanın ihtiyar sahibi
olduğuna delalet ediyor.
Efendim, dedim bu Kur'an'dan
getirdiğimiz deliller karşısında her şeyin Aııah'tan olduğunu, onun insanı belli
bir yöne yönelmeye mecbur kıldığını nasıl söyleyebilirsiniz?" Cevab olarak
"Kainatta tasarruf edenin sadece Allah-u Team olduğunu "söyleyerek Al-i İmran
suresinin 26. ayetini delil olarak zikretti. Bu ayette Allah-u Teala şöyle
buyuruyor.
"De ki: Ey Allah'ım, (ey) mülkün
(hükümetin) sahibi,
mülkü
(hükumeti) istediğine verir ve istediğinden de mülkü (hükumeti) alırsın;
istediğini aziz kılır, istediğini de zelil kılarsın. Hayır senin elindedir; sen
herşeye kadirsin."
Ben ona cevap olarak dedim ki:
"Aramızda Allah'ın meşiyeti konusunda ve Allah-u Teala'nın bir şeyi yapmayı
dilediği takdirde insan ve cinlerin ve diğer mahlukların buna karşı koyma imkanı
olmadığında bir ihtilaf yoktur, ihtilafımız kulların fiileri konusundadır ki,
acaba bu işler kulun kendisinden midir yoksa Allah'tan mı?'
Benim bu sözü me karşı "Sizin dininiz
size benim dinim de banadır cevabını vererek böylece bahsi kapattı.
Çoğu zamanlar alimlerimizin dayandığı
delil işte budur. Hatırladığım üzere ben iki gün sonra onun yanına tekrar
dönerek dedim ki: "Sizin itikadınıza göre her şeyi Allah yapmakta olup kulun
hiçbir seçme hakkı da yoktur. O halde neden bu sözü hilafet konusunda da
söylemiyorsunuz? Yani neden hilafette de, her istediğini yaratan ve her
istediğini seçen odur, onların seçme hakkı yoktur, demiyorsunuz ve hilafetin
müslümanların seçimiyle gerçekleştiğine inanıyorsunuz?'
O dedi ki: 'Evet bunu hilafet
konusunda da söylüyorum Zira Ebubekir'i, sonra Ömer'i, sonra Osman'ı ve sonra da
Ali'yi hilafete seçen Allah-u Teala'dır. Eğer Allah-u Teala Ali'nin ilk halife
olmasını irade etseydi, cinler ve insanlar buna engel olamazdı"
Ona dedim ki: "Şimdi çıkmaza girdin". O "Nasıl?' dedi.
240 / DOĞRULARLA
BİRLİKTE
Dedim ki: "Ya
Allah-u Teala'nın bir yandan dört Hulefa-i Raşidin'i kendisi seçtiğini, onlardan
sonraki dönemler için ise halkın istediklerini seçmeleri için işi onlara
bıraktığını söylemelisin ya da Allah-u Teala'nın işi halka bırakmadığını ve
Resulullah (s.a.a)ın vefatından kıyamet gününe kadar gelecek olan bütün
halifeleri kendisinin seçtiğini söylemelisin. "İkinci görüşü kabul ediyorum"
dedi. ve yine bu ayet-i
kerimeyi okudu "Deki: Ey Allah'ım, (ey) mülkün sahibi mülkü istediğine
verirsin; istediğinden de mülkü alırsın.."
Ona "O halde padişahlar ve sultanlar
eliyle İslam'da vuku bulan sapıklık ve suçların faili de neuzu billah
- Allah-u
Teala'dan mıdır?
Zira bunları da o halkın idarecisi kılmıştır." dedim. Dedi ki: "Evet, böyledir.
Zaten bazı salihler.
"Ve eğer
bir beldeyi helak etmek istersek, onların zenginlerine emrederiz......"
ayet-i kerimesinin "Emerna" kelimesini, yönetici kılarız anlamına gelen
"Emmerna" şeklinde (şeddeyle) okumuşlardır. Yani, "Onlan biz amir
(yönetici) kılarız."
Dedim ki: "O halde Hz. Ali ile Hz.
Huseyin'in şehit edilmesi de Allah'ın isteği üzere mi olmuştur?'
"Evet" dedi "Resulullah'ın Hz.
Ali'nin başına ve sakalına işaret ederek buyurduğu şu sözü duymamış mısın?
EHL-İ SÜNNET'E GÖRE
KAZA VE KADER / 241
"Ey Ali, senin
şurana (başına) vurup da şuram (sakalını) kana bulayan kimse sonradan gelenlerin
en şekavetlisidir."
Hz. Huseyin de böyledir. Hz.
Resulullah, o hazretin Kerbela'da şehit olacağını biliyordu. Bunu Ümm-ü
Seleme'ye de haber vermişti. Hz. Hasan'ın eliyle de iki büyük İslam fırkası
arasında sulhun gerçekleşeceğini de biliyordu.
Her şeyezelden yazılmıştır; insanın
bundan kaçacak bir yolu yoktur. Böylece de çıkmaza giren sensin ben değilim."
Bir süre susup ona baktim. O ise bu
sözlerine güvenerek beni delil ile susturduğunu zannediyordu. Ben ise
Allah'ın, olacak olayları önceden bilmesi konusuyla yaratıkları mecbur kılmak
konusunu birbirine karıştırmaması hususunda onu nasıl ikna edebileceğimi
düşünüyordum. Ona yeniden, "O halde eski ve yeni bütün yöneticileri hatta
İslam ve müslümanlarla savaşan kimselere bile Allah-u Teala bu makamı
vermiştir?" dedim. O "Evet" dedi, 'Bu hususta hiç bir şüphe yoktur."
Ben "Hatta Fransa'nın Tunus'u,
Cezayir'i ülkeleri istila edip sömürmesi de mi Allah'tan idi?' diye sordum
"Evet" dedi, "va'desi bitince de
Fransa bu bölgelerden çıkıp gitti." Ona dedim ki: "Sübhanellah, sen daha önce
Ehl-i Sünnet'in Hz. Resulullah'ın vefat ettiğinde hiç kimseyi yerine halife
tayin etmediğine ve müslümanları istedikleri kimseyi halife tayin etmeleri
hususunda serbest bıraktığına dair görüşünü savunmuyor muydun?
Evet, önce de bu görüşte idim ve inşaallah bu görüş
242 /
DOĞRULARLA BİRLİKTE
üzerinde de
baki kalacağım" dedi.
Ona dedim ki: "O halde Allah'ın
seçimiyle insanların şurayla seçimi arasında nasıl uyum sağlayabiliyorsun?'
O
"Müslümanların Ebubekir'i seçmesi Allah'ın seçmesi demektir." diye cevab verdi.
Dedim ki: "Allah-u Teala Sakife'de
onlara Ebubekir'i seçmesi hususunda vahy mi indirmişti?'
Dedi ki: "Esteğfirullah, Hz.
Muhammed'den sonra artık vahy yoktur. Bu Şia'nın görüşüdür." (Bilindiği üzere
şia böyle bir görüşe itikat etmemektedir. Bu bazılarının Şia'ya ettikleri bir
iftiradan başka bir şey değildir.)
Ona dedim ki: "Şia'yı bırakalım bir
kenara; beni kendi nezdinde olanla ikna et. Sen Allah'ın Ebubekir'i nasıl halife
seçtiğini söylüyorsun?'
Dedi ki: "Eğer Allah'ın iradesi bunun
aksine olsaydı, müslümanların böyle bir şeye gücü yetmezdi. Aslında bütün alem
bir araya gelse Allah'ın iradesinin aksine bir iş
göremez."
Evet, görüldüğü gibi böyle bir fikir
gerçekten insanın düşüncesini çıkmazlara sokmakta ve insanın tedebbür ve düşünce
kabiliyetini köreltmektedir. Bu da insanı Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde hakkıyla
tedebbür etmekten alıkoyar ve insan böyle olunca da artık kendisine bilimsel
veya felsefi deliller söylemenin de hiç bir faydasının olmayacağı aşikardır.
Bu esnada eski bir olayı hatırlarlım:
"Birgün bir dostumla birlikte çok
sayıda ağacın olduğu
EHL-İ SÜNNETE
GÖRE KAZA VE KADER i 243
hurmahkların
içinde yürüyor, kaza ve kader konusu hakkında sohbet ediyorduk. Bu (ırada
yetişmiş bir hurma tanesi ağaçtan yere düştü ve ben onu otların üzerinden alıp
yemek kastıyla ağzı ma götürdüm. Dostum "Allah'ın sana yazdığından gayrisini
yemiyorsun; bu hurma tanesi senin için yere düştü" dedi. Ona "Madem ki sen bunun
bana yazıldığına inanıyorsun, ben onu yemeyeceğim." deyip hurmayı ağzımdan
dışarı çıkardım. Dostum "Sübhanellah" dedi: "Eğer bir şey sana yazılmamışsa
Allah onu, senin karnından bile dışan çıkarır."
Ona "O halde yiyeceğim" dedim ve
dostuma hurmayı yemek te veya yemernekte muhtar (özgür) olduğumu isbatlamak
kastıyla tekrar hurmayı ağzı ma alıp çiğnemeye başladım. Dostum, onu çiğneyip
yutuncaya kadar bana bakıyordu. Ben onu yuttuktan sonra "Andolsun Allah'a ki,
sana bu yazılmıştı" dedi. (Bunu demekle Allah'ın onu yiyeceğimi takdr ettiğini
kastediyordu.) Böylece beni mağlup etti. Zira artık ben onu tekrar karnımdan
çıkaramazdım!
Evet çoklarının savunduğu ve benim de
sunni olduğum zaman inandığım kaza ve kader konusundaki inanç bu idi. Bu
inançlar sebebiyle insanın çelişkiler içerisinde kalacağı ve fikri buhranlar
geçirip tabii olarak hayatında bir donukluk içerisine gireceği doğal bir şeydir.
Zira böyle bir insan birşey yapmak istediği zaman, Allah-u Teala'nın durumunu
değiştirmesini bekler ve yüklendiği sorumluluktan kaçarak sorumluluğu Allah'ın
boyununa atar. Bu durumda eğer zina
244 i
DOĞRULARLA
BİRLİKTE
eden e,
hırsızlık yapana ve hatta küçük masum bir kız çocuğunu kaçırıp, tecavüz ettikten
sonra öldüren birisine" Neden bunu yaptın?" dediğinde sana "Her şey Allah'an
elindedir; Rabb'im böyle taktir etmiştir" cevabını verecektir. Bu olacak bir
şey midir? Zira Allah-u Teala'nın insandan kız çocuklarını diridiri topraklar
altına gömmesini istemesi sonra da "Hangi suçtan dolayı öldürülmüştür?"
diye buyurarak bu işinden dolayı kendisini sorumlu tutması makul bir şey
değildir. Ey Rabb'im, şüphesiz ki sen bu gibi şeylerden münezzehesin. Böyle bir
inanç sebebiyle dünya bilginleri bizi küçümseyecek ve bu inancı cehalet ve geri
kalmışlığımızın başlıca sebebi olarak göreceklerdir.
Araştırmacılar bu inancın Emevilerin
uydurması olduğu neticesine varacaklardır. Zira onlar Allah-u Teala'nın
kendilerine mülk verip halka hakim kıldığını iddia ederek halkın muhalefetten
kaçınıp itaat etmeleri gerektiğini söylüyor ve onlara muhalefet etmenin Allah'a
karşı çıkmak olduğunu ve bunun cezasının ise öldürülmekten başka bir
şeyolmadığını ifade ediyorlardı. Bu sözümüzün İslam tarihinden sayısız şahitleri
vardır. Mesela, Osman ibn-i Affan'dan hilafetten elçekmesi istendiğinde, bunu
redderek şöyle demiştir: "Ben Allah'an bana giydirdiği gömleği çakarmam."(1) Bu
sözden anlaşılıyor ki, ona göre hilafet Allah-u Teala'nın kendisine giydirdiği
bir elbisedir, Allah'tan gayri hiç bir kimsenin de onun üzerinden çıkarmaya
hakkı yoktur. Yani ölünceye kadar o elbise üzerinde kalmalıdır.
- -
---------------
ı
- Tarih-i Taberi
"Hisar-il Osman" bölümü ve Tarih-i İbn-i Esir.
EHL-İ SÜNNET'E GÖRE KAZA VE KADER / 245
Yine Muaviye halka şöyle diyordu: Ben sizinle oruç tutasınız ve zekat veresiniz
diye savaşmadım; ben sizlere hükmetmek için savaştım. Sizin istememenize rağmen
Allah bu makamı bana verdi."
Görüldügü gibi Muaviye daha ileriye
giderek onu halka hükmetmek için müslümanlan öldürmede Allah'ın kendisine
yardımcı olduğunu iddia ediyor. Muaviye'nin bu hutbesi çok meşhur bir
hutbedir.(1) Hatta halk istemediği halde, oğlu Yezid'i veliaht tayin etmesinin
bile Allah-u Teaıli'nın iradesiyle olduğunu iddia etmiştir. Tarihcilerin nakline
göre çeşitli İslam bölgelerine yezid'e biat toplamak için mektuplar gönderiyor
ve zamanın Medine valisi olan Mervan ibn-i Hakem'e Yazdığı mektupta ise
"Allah'ın Yezid'e bey'at etmeği takdir ettiğinden" bahsediyordu.(2>Hz.
Huseyin'in şehadetinden sonra Hz. İmam Hüseyin'in oğlu Hz. Zeyn'ul Abidin'i
(aleyhimesselam) zincirlerle bağlı bir esir olarak kufe valisi fasık ibn-i
Ziyad'ın meclisine getirdiklerinde o mel'un aynı tavırı ve Hz. İmam Zeyn'ul
Abidin'e işaretle "Kimdir bu" diye sormuştur. Ona "Bu Hüseyin'in oğlu Ali
(Zeyn'ul Abidin)dir" denince "Allah Huseyin'in oğlu Ali'yi öldürmedi mi?"
demiştir. (Maksadı Kerbela'da Hz. Huseyin'le birlikte şehit olan Hz. Huseyin'in
Ali isimli diğer bir oğludur.) Bu sözü duyan imam Zeyn'ul
---------------------------------
ı
- Mekatil-ut
Talibiyyin, s.70 - ibn-i Kesir'in Tarihi, c.8, s.131-Şerh-i ibn-i Ebi'l
Hadid, c.3, s.16
2 - EL İrnamet-u ve's Siyase, c.1, s.151, Muaviye'nin Yeıid'e biat toplama
bölümü.
246 /
DOĞRULARLA BİRLİKTE
EHL-İ SÜNNET'E
GÖRE KAZA VE KADER / 247
Abidin'in
halası Zeynep o mel'una "Hayır, onu Allah'ın ve Resulü'nün düşmanları öldürdü"
cevabını vermiştir. O zaman mel'un ibn-i Ziyad, Hz. Zeyneb'e hitaren
"Allah'ın senin ailenin başana getirdiği belayı nasıl buldun'?" diye sormuş.
Hz. Zeynep ise "Ben güzellikten başka bir şey görmedinm" Onlar
Allah'ın kendilerine şehadeti takdir ettiği bir grup idiler, onlar da savaşıp
şehit edildiler. Çok yakında Allah seninle onları bir yerde toplayacak ve o
zaman muhakeme edileceksin. O gün bak gör, kim kurtulacaktır. Annen senin yasına
otursun ey Mercane'nin oğlu,(1) diye cevap vermiştir.
Kısacası bu inanç (yani insanın
işlerinde mecbur olduğu inancı) Beni Ümeyye ve yardımcılarının uydurması
olup Şia dışında bütün İslam ümmetine çeşitli şekillerde sirayet etmiştir.
----------------
1-Mekatil'ut
Talibiyyin - Maktel'ul Huseyin
|